Bugün içim tarifsiz bir çelişkiyle dolu. Anlamıyorum, anlamlandıramıyorum. Hafta sonu Türkiye siyasetinin tartışmalı ama bir yönüyle renkli isimlerinden Sırrı Süreyya Önder’in cenazesi vardı. Vardı ama yaşananlar, bir cenaze töreninden çok daha fazlasını ortaya koydu: Türkiye’nin içinde bulunduğu derin çelişkileri...
Törenin yapıldığı Atatürk Kültür Merkezi’nin önünde, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’e yumruklu saldırı gerçekleşti. Saldırganın kimliği daha sonra açıklandı: Selçuk Tengioğlu. Bu kişi, 2004 yılında iki evladını öldürmüş, bir diğerini de yaralamış. Bir evlat katili. Üstelik hırsızlık ve tehdit gibi suçlardan sabıkalı. 2020’de şartlı tahliye ile serbest bırakılmış.
Ve bu kişi elini kolunu sallayarak protokol kapısından geçip bir siyasi partinin genel başkanına saldırabiliyor. Devletin gözü önünde. “CHP’den yardım kartı istedim, alamayınca sinirlendim” gibi akıl dışı bir gerekçeyle. Ama hepimiz biliyoruz ki bu saldırının arkasında başka bir şey var.
Cenazedeki sahnede başka bir şok daha yaşandı (en azından bizler için) Sırrı Süreyya Önder’in Türk bayrağına sarılı naaşı önünde Abdullah Öcalan’ın mektubu okundu. Evet, yanlış okumadınız; 40 bin kişinin katili, terör örgütü PKK’nin başı Öcalan’ın mektubu. Üstelik “PKK lideri Abdullah Öcalan’ın mesajı” şeklinde takdim edilerek.
Sanki bir sivil toplum örgütünün başkanıymış gibi.
Ve bu yetmedi. Cenazeden sonra yürüyen kalabalık, sokaklarda “Abdullah Öcalan’a özgürlük” sloganları attı. Ne müdahale edildi ne soruşturma açıldı ne bir tepki...
İşte bu noktada bir başka büyük çelişki daha karşımıza çıkıyor.
Geçmişte Abdullah Öcalan’a en sert ifadeleri kullanan, onunla görüşenleri “teröristlerle pazarlık yapanlar” diye suçlayan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, daha önce yaptığı açıklamada Öcalan’dan “örgüt lideri” diye söz ediyordu. Sessizlik bir yana, adeta zemin hazırlanmıştı.
Karadeniz Yaylalar ve Batum Turlarını Kaçırmayın.
Karadeniz Yaylalar ve Batum Turları 12 Aya Varan Taksit ve Şimdi Al Sonra Öde Fırsatıyla Jolly'de!
Jolly Tur
Aynı Devlet Bahçeli, geçmişte Öcalan’la görüşen akademisyenleri, gazetecileri, siyasetçileri hain ilan etmişti.
Bugün ise Öcalan’ın mektubu devletin kültür merkezinde, Türk bayrağına sarılı bir tabut önünde yankılanıyor. Ve yine sessizlik.
Bir zamanlar “Kim Öcalan’la masaya oturuyorsa vatan hainidir” diyenler, hatta bırakın Öcalan’ı eski adı HDP bugünkü adı ile DEM Parti ile Meclis’te dahi selamlaştığında terör örgütleri ile iltisaklı diye ilan edenler bugün en büyük çelişkinin tam ortasında duruyorlar.
Bu çelişkiler arasında artık bazı kelimeler de içini kaybetti.
En çok da “barış” kelimesi.
Barış için... Barış elçisi... Barış uğruna çarpıştı. Barış için şöyle yaptı...
Evet, artık “barış” denince akla gelen ilk şey, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesi oluyor.
Barış denince bebek katili bir terörist için af isteniyor. Barış denince bu milletin binlerce evladının katledilmesi bir “süreç hatası” gibi yumuşatılıyor.
Barış denince sınırların tartışıldığı, üniter yapının sorgulandığı, milli kimliğin kriminalize edildiği bir propaganda başlıyor.
Barış adı altında Türkiye Cumhuriyeti kurucu kadrosu aşağılanabilir, Barış adı altında Cumhuriyet Devrimleri yok sayılabilir, barış adı altında Türk bayrağını, Türk milletini dile getirenler ırkçı diye yaftalanabilir ama Barış adı altında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne istediğiniz kadar düşmanlık yapabilirsiniz hatta bırakın cezayı ödüllendirilirsiniz!
Barış kelimesini kullanarak bu pislikler örtülemez.
Barış dediğiniz şey; adalettir, eşitliktir, hukukla yaşamaktır.
Barış, bir milletin vatanına, birliğine kastedenlerle kol kola yürümek değildir.
Barış, 40 bin kişiyi öldüren bir terörist için af istemek değildir.
Barış, bu ülkenin temelini dinamitlemek hiç değildir.
Barış dediğiniz şey sınıfsaldır.
Dünyanın gelişmiş, bilimi ilerlemiş, zengin ülkelerinin barışa ihtiyacı mı var? Tersten sorayım, çalışmaktan canı çıkmış mevsimlik Kürt işçinin PKK diye bir derdi mi var? Fabrikada asgari ücrete çalışan Tekirdağlı vatandaşın barışa ihtiyacı mı var?
Haktan, hukuktan ve adaletten başka barış yoktur. Tabii kendinize göre eğip bükmediğiniz sürece.
Bugün “barış” diye ağzınıza sakız yaptığınız şey ayrıcalıklı bir siyasi sınıfın oyun hamurundan başka bir şey değil. Anayasayı değiştireceksiniz diye ahlakımızla, aklımızla alay etmeyin.
Ve şimdi size cenaze günü yaşanan başka bir olayı anlatayım:
Irak’ın kuzeyinde Pençe Operasyonu sırasında kahraman bir askerimiz, Uzman Çavuş Önder Özen şehit oldu.
Kimse konuşmadı. Bunu yazarken utanıyorum ama haber bile olmadı.
Henüz 4 yaşındaki kızı, babasıyla şehit olmadan önce yaptığı o son videolu konuşmasında, “Baba ben büyüyünce senin gibi asker olacağım” diyordu.
O şehidin adı ne törenlerde ne yürüyüşlerde geçmedi.
Ama o sessizlikte bir vatan vardı. O sessizlikte bir fedakârlık, bir can, bir aile vardı.
Ve o sessizlikte gerçek “barış” vardı.
Bugün Türkiye’de iki gerçek var:
Birincisi; yıllardır terörü aklamaya çalışanlar, iktidara yanlayarak zengin olanlar, baronlar, kara para aklayanlar, bu halkı sömürenler, kadın ve çocuk katilleri...
İkincisi; yüksek faiz ve enflasyon altında ezilenler, çocuğuna et, peynir alamayanlar, buna rağmen silaha sarılmayıp anayasa, hak, hukuk diyenler...
En kötüsü de tüm bu yaşananlar artık “alışılmış” bir hal aldı.
Belki en tehlikeli olanı da bu: Alışmamız.
Alışmayın, korkmayın, susmayın.