Önceki iki yazımda da belirttiğim gibi Türkiye, siyasi, sosyal ve ekonomik alanda topyekun kriz yaşıyor. Siyasi ve sosyal krizleri gerekçeleri ve çözüm önerileri ile ilk iki yazımda vermiştim.
Ekonomik krize gelince, bana göre bir ülkede ekonomik krizin olup olmadığını, o ülkenin makro ekonomik göstergelerini, küresel ortalamalarla karşılaştırarak anlayabiliriz. Eğer ülkenin makro göstergelerinde, küresel ekonomi ortalamasından aşırı sapma varsa, o ülkede ekonomik kriz var demektir.
- İMF’ye göre 2024 yılında küresel enflasyon ortalaması yüzde 5,7 oldu. Türkiye de TÜFE oranı yüzde 44,38 oldu. Türkiye de enflasyon Küresel ortalamadan yüzde 779 ‘oranında daha yüksektir.
- İLO’ ya göre 2024 yılında Dünya işsizlik ortalaması yüzde 4,9 oldu. Türkiye için ilan edilen işsizlik oranı yüzde 8,5’tur. Dünya ortalamasından yüzde 74 oranında daha fazladır.
- Kısa vadeli dış borçlanma, rezerv durumu ve makro finansal riskler nedeniyle, Arjantin, Mısır, Türkiye gibi EMDE ülkeleri “finansal kırılgan ülkeler” olarak değerlendirilmektedir.
- Bir ülkenin dış borç temerrüt riskini ve ülke riskini CDS oranları gösterir. Kaba bir hesapla 10 Haziran 2025 günü, 5 yıl vadeli CDS oranları, gelişmiş ülkelerde ortalama olarak ve yaklaşık yüzde 40, gelişmekte olan ülkelerde ise ortama olarak yaklaşık 100 baz puandır. Türkiye’nin CDS oranı ise yüzde 291 baz puandır. Gelişmekte olan ülkeler ortalamasına göre, yüzde 291 oranında daha yüksektir.
Halk, işletmeler kriz yaşıyor ve fakat hükümet adına kriz demiyor. Kriz demediği için de krizin gerektirdiği önlemleri almıyor.
2021 sonunda başlayan TL krizi, ekonomik krize dönüştü. Negatif sonuçları yansımaya başladı. Sanayi sektörü yüzde 2 daraldı, iflaslar arttı, kapasite kullanım oranı düştü, işsizlik artıyor. Halk geçim sıkıntısı çekiyor.
Bu krizden çıkış için Türkiye’nin gün kaybetmeden;
1. Siyasi istikrarı sağlaması gerekir. Bunun için de CHP ‘li belediye başkanları ve tüm siyasi tutuklular, tutuksuz yargılanmalı, yargılama dünyayı ve iç kamuoyunu tatmin edecek şekilde açık olmalıdır. Siyasi kutuplaşmanın sona ermesi gerekiyor. Aksi halde, ekonomide istikrar programı olsa da çıkış yolu yoktur.
2. Ekonomik kriz teşhisi koymak ve bununla ilgili orta vadeli bir istikrar programı yapmamız gerekir. Ciddi bir ekonomi yönetimi oluşturmamız, siyasi popülizmi ekonomi için bir baskı unsuru olmaktan çıkarmamız gerekiyor.
Orta vadede kamu harcamalarında tasarruf edilmeli, bütçede açıklık ve denetim sağlanmalı, objektif ve siyası tasalluttan uzak kamu ihale kanunu yapılmalıdır.
MB tam bağımsız olmalıdır.
Kur politikası değişmeli, öngörülebilir bir kur sistemine geçilmelidir.
3. Doğrudan yabancı yatırım sermayesi girişi için, İMF ile stand by olmasa bile yakınlaşmamız, AB’ demokrasi ve hukuk standartları için yasal altyapı düzenlememiz gerekir. Doğrudan yabancı yatırım sermayesini, güven dahil teşvik edici önlemler almamız, sıcak paraya ise kısmi kontrol getirmemiz gerekir.
4. Hükümeti bağlayıcı yapısal dönüşüm planlaması yapmalıyız.
Planlama daha uzun dönem gerektirir. Ancak yapısal sorunlar da ancak planlama ile çözülür. Bu kapsamda;
Devlet-Piyasa optimum dengesi kurulmalıdır.
Devlet, zaruri tüketim mallarında piyasaya girmeli, elektrik su ve doğalgaz dağıtımını devlet yapmalı, kamu özel işbirliği yoluyla yapılan altyapı yatırımları devletleştirilmelidir. Kamu bankaları özelleştirilmelidir.
Devlet; ithal girdi yerine iç üretimi artırmalı, gübre ve kağıt üretimi ve benzerlerini doğrudan doğruya yapmalı, hububat üretimine, pamuk ve pamuk ipliği üretimine yüksek teşvikler verilmelidir. Üretimde ithal hammadde ve aramalı girdi payı, üretimde yüzde 20 ve ihracat malı üretiminde yüzde 30 ve altına düşürülmelidir.
Devlet tarım, hayvancılık ve tohum işletmeleri kurmalı, tahıl üretiminde yol göstermeli, tohum ihtiyacını karşılamalıdır. Çiftçiye Türkiye şartlarına uygun olan ve verimli olan hayvan dağıtılmalıdır.
Et ve süt kurumu, her ilde bir şube açmalı; üreticiden hayvanı doğrudan satın almalı, tüketiciye işletme giderlerini karşılayacak fiyattan, spekülatifi önlemek için gerektiğinde zararına satış yapmalı ve zarar sosyalize edilmeli yani hazine tarafından karşılanmalıdır.
Dünyada organik tarım ürünlerine talep artışına uygun, organik tarım ve hayvancılık teşvik edilmelidir.
Odalar Birliği nezdinde; Odalar Birliği, İstanbul Üniversitesi, İTÜ, ODTÜ, TÜBİTAK ve TÜİK işbirliği ile “Toplam Faktör Verimliliği Araştırma Enstitüsü” kurulmalı. Bu enstitü idari ve bilimsel özerkliğe sahip olmalı. Yönetim teknikleri, üretim teknikleri ve İnovasyon çalışmaları ön planda olmalıdır.
İşçi verimliliğinin artırılması için, Kamuda ve özel sektörde maaş ve ücretler; sosyal ve çağdaş asgari geçim araştırmaları yapılarak, en az maaş ve ücret seviyesi bu sonuçlara göre tespit edilmelidir.
Bu dediklerimi kim yaparsa yapsın ekonomik kriz bir yıl içinde çözülür, yapılmazsa enflasyon yüzde 20 üstünde kronikleşir, ekonomide daralma olur ve halkın geçim derdi artar.