İktisadın en büyük çıkmazı, çoğu iktisadi düşüncenin teoride kalması ve uygulamada geçersiz olmasıdır. Elbette teori, uygulama için de bir altyapı oluşturur. Ama özellikle gelişmiş ekonomiler ve gelişmiş piyasalar temel alınarak oluşturulmuş iktisat teorileri, içinde Türkiye’nin olduğu gelişmekte olan ülkeler için, iktisadi ve sosyal kalkınma politikaları için çıkış yolu değildir.
Bir fizikçi veya bir kimyacının teorisini laboratuvarda test etme imkanı vardır. İktisatçının laboratuvarı insan ve sosyal hayattır. Ama insan ve sosyal hayatın çok sayıda bileşenleri vardır. İnsan psikolojisi, sosyal yapı, işletmeler, üretici ve tüketici, işçi, işveren gibi. Bu saydıklarımızın etki ve tepkileri çok farklı olduğu için, aynı denklem içine sığdırmak mümkün olmuyor.
Öte yandan teorisyenlerin de bir model oluşturmaları için aynı zamanda piyasada bizzat çalışması, uygulamanın içinde olması gerekir. Söz gelimi Keynes gazetecilik ve danışmanlık yapmıştır. Nobel iktisat ödülü alanların çoğu bu şekilde ABD’de başkan danışmanlığı FED başkanlığı yapmıştır.
Çağdaş iktisatta bir diğer çıkmaz ekonomi teorisinden kaynaklanan farklı ilişkileri ortaya koyabilmek için ekonometrik model oluşturmaktır. Bu modeller tek ve çok denklemli modeller şeklinde olur. Ancak yine de sayısız ekonomik ilişkileri bu denklemlere sığmaz ve ters yönde etkilere sahip verileri aynı denkleme koyarsanız, sonuç alamazsınız. Bazen de verileri yan yana koyarak yada bir grafik içinde sonuçları daha kolay görebilirsiniz.
Gel gör ki şimdi özellikle Türkiye’de iktisat tezlerinde konunun mutlaka bir ekonometrik modelle test edilmesi isteniyor. Dediğim gibi bu bir zaman kaybıdır. İktisadın çıkmazlarından birisidir.
Bir başka çıkmaz küreselleşmenin çok güçlü rüzgarıyla, gelişmekte olan ülkelerin de, gelişmiş ülkeler gibi monetarist politikalar uygulamasıdır. Bu paralelde devletin dışlanması ve doğal tekellerin özelleştirilmesinde de aynı çizgide hareket etmesidir.
Bu nedenle Güney Kore gibi birkaç örnek dışında, gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasında fert başına GSYH farkı daha çok açıldı, gelişmekte olan ülkeler ve bu ülkelerin halkı göreceli olarak yoksullaştı. Dahada önemlisi, İkinci Dünya Savaşından sonra, o zamanki deyimle az gelişmiş ülkelerin gelişmesini esas alan “kalkınma ekonomisi” rafa kaldırıldı. Üniversitelerde seçimlik ders düzeyinde kaldı.
GSYH’ da büyüme de bir İktisadi ve sosyal kalkınma göstergesidir. Ancak kalkınma politikaları ve politika araçları ile büyüme politikası ve araçları kısmen ortak, bazen de birbiri ile çelişkilidir. Söz gelimi çevreye zarar veren bir üretim, büyümeyi artırır ve fakat yarattığı sosyal maliyet nedeni ile kalkınmayı negatif etkiler.
Büyüme sadece milli gelirdeki artışı ifade eder. Kalkınmada ise; üretim ve teknolojide oluşan gelişmelerle birlikte açığa çıkan ekonomik ve sosyal gelişmeleri de içerir. Teknolojiyi kullanım kabiliyetindeki gelişmeyi de içerir.
Yine Arap ülkelerinde olduğu gibi büyüme belirli ailelere giden petrol üretiminden kaynaklanıyorsa, bu büyüme iktisadi ve sosyal kalkınmaya da destek olmaz.
Dünyada gelişmekte olan ülkeler kalkınma politikaları da değişti. Artık, standart reçeteler yerine, ülkelerin iktisadi ve sosyal yapıları, içinde bulundukları konjonktüre göre, politika oluşturmak gerekiyor.
Türkiye’nin çıkmazı ise, başta hükümetin ve sonra medyanın her zaman finans penceresinden bakmasıdır. Dahası Üniversitelerde de kalkınma ekonomisi seçimlik ders olarak okutuluyor. Bunun içindir ki dünyanın en kırılgan ülkesi olduk ve ekonomik istikrar dikiş tutmuyor