Mustafa BALBAY


Kanser de yetmiyor!

Kanser de yetmiyor!


 

 

Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık 19 Mart’ta gözaltına alındı, 23 Mart’ta tutuklandı, 4 Haziran’da İzmir Buca Cezaevi’ne nakledildi, 24 Haziran’da geçmişte iki kez gördüğü kanser tedavisinin sonuçları nedeniyle tutukluluk koşulları içinde hastaneye yatırıldı.

 

Bir cümleye sığdırdığımız bu süreç, bir dönemin bir fotoğrafı olarak tarihe geçecek.

 

Düzenli doktor kontrolü altında olması gereken Çalık’ın en azından Silivri’deki koşullar içinde bunu yapmaya çalışırken İzmir’e gönderilmesi cezaevi söylemiyle tam bir “hapis içinde hapis”!

 

İBB operasyonları çerçevesinde tutuklananların bir bölümü “pişman sefa hukuku”ndan yararlanıp çıktılar. İmamoğlu’nu suçlamak olmasa bile onurunu zedeleyici bir ifade ver, çık. Bunu yapmıyorsan, hapis içinde hapis!

 

***

 

Bugüne dek beş dalga halinde yapılan operasyonların içeriği, şekli önemli ölçüde Ergenekon sürecini anımsatıyor. Ancak o dönemde bile sağlık sorunu ciddi olanlar tahliye ediliyordu.

 

Ergenekon’un kasası diye adı öne çıkarılan Kuddisi Okkır 20 Haziran 2007’de tutuklandı. (Bugün de her üç tutukludan biri için “İmamoğlu’nun kasası” yaftası yapıştırılıyor.) Aylarca iddianame bekledi. Suçunun ne olduğunu sordu. Birinci yılın ardından ağır hastalıklara yakalandı. Akciğer kanseri teşhisi konmasına karşın “Hapishane koşullarında tedavisi sürebilir” raporu verildi. Kanser yayıldı. Bir deri bir kemik kaldığı, konuşma yetisini yitirdiği günlerde ölüme tahliye edildi. 1 Temmuz’da tahliye edildi, 6 Temmuz’da toprağa verildi.

 

Bu olaydan sonra tutuklulardan kanser olanlar mahkeme kararlarıyla serbest bırakıldı. O günlerde Prof. Dr. Erol Manisalı’yla Silivri’de aynı koğuştaydık. Sağlığı giderek bozuldu. Bir gün dilekçe yazıp doktora çıktı, oradan hastaneye... İki gün haber gelmedi. Üçüncü gün gardiyanlardan biri demir kapıyı şıngırdatıp seslendi:

 

“Mustafa Bey müjde, müjde...”

 

Hayırdır demeye kalmadan demir kapıyı açtı, sevinçle bağırdı:

 

“Erol Hoca kansermiş.”

 

Bu satırları yazarken tüylerim diken diken... O an iki elimi havaya kaldırdım, haykırdım:

 

“Yaşasınnn!”

 

Kanser özgürlük demekti. Kanser, Erol Hoca’nın bir daha Silivri’ye dönmemesi demekti.

 

Hastanenin raporundan sonra Erol Hoca’yı serbest bıraktılar. Uzun süren yargılamaların ardından 1 Temmuz 2018’de hepimiz gibi üzerine atılı tüm suçlardan beraat etti.

 

***

 

Bugün cezaevlerinde adalet bekleyen pek çok insan aynı zamanda sağlığını da korumaya çalışıyor. Buna yönelik başvuruların tümüne standart yanıt veriliyor:

 

“Dikkatle inceliyoruz!”

 

Demeye dilim varmıyor, yazmaya elim gitmiyor ama sormadan da edemiyorum:

 

Cezaevlerinden acı bir haber gelince mi dikkatli incelemeleriniz bitecek?

 

Somut bir örnek olarak Murat Çalık’ın durumu ortada. Daha önce gördüğü tedaviler belli.

 

Niçin ısrarla cezaevinde tutuyorsunuz, hastaneye yatırıldığında bile tutuklu kalmasını istiyorsunuz?

 

Tahliye için hastaneden rapor değil de savcıyı tatmin edecek pişmanlık mı gerekiyor?

 

Böylesi davaların insan bedenine verdiği zarar ancak yaşanarak anlaşılır. Beden ve beyin sağlığı (2B) ya birbirine tutunup ayakta kalır ya birbirinin üzerine yıkılıp aşağı çeker. Bedende daha önceden yaşanmış olumsuzluklar varsa hepsi sıraya girer.

 

Ayşe Barım’dan Elif Atayman’a kadar pek çok tutuklunun sağlık sorunu giderek derinleşiyor. Bu insanlar tutuklu, daha yargılanmaya bile başlamadılar.

 

Cezaevi koşulları apayrı bir konu...

 

Kanser çağımızda “amansız hastalık” diye tanımlanıyor. Bundan daha “amansız” bir durum var:

 

Hukuksuzluk!