Armağan KULOĞLU

Tarih: 12.04.2024 00:11

Kıbrıs politikamızı sulandırma teşebbüsleri

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye’nin Kıbrıs politikası, iki ayrı eşit, bağımsız ve egemen devlet olup, bunun uluslararası ortamda tanınmasıdır. Bu politika Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafından benimsenmiş ve ortak yürütülen bir politikadır. Adada 1974’ten beri barış ve sükûnet hâkimdir. 1983’den itbaren de bağımsız bir Türk Cumhuriyeti olan KKTC vardır.

Kararlılığımız rahatsızlık yaratıyor

Bu politikamızın kararlılıkla yürütülmesi birçok kuruluş ve ülke üzerinde rahatsızlık yaratmakta, KKTC’nin mevcut statükosunu bozmak, yeniden 1960 statüsüne dönülmesini sağlamak için girişimlerde bulunulmakta, sanki adada hâlâ savaş varmış, düzen sağlanamamış gibi Barış Gücü uygulaması israrla devam ettirilmekte, ortada bir sorun olduğu düşüncesiyle özel temsilciler atanmakta, Türkiye ve KKTC müzakere masasına çekilmeye çalışılmaktadır.

BM, adadaki ülkenin 1963’den itibaren statüsünü kaybettiği kabul etmemekte, onu Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanımaktadır. GKRY’nin bu ülkeyi temsil ettiği, KKTC’nin ise Türk Toplumu olarak görüdüğü husunda ısrar etmektedir.

Türkiye’nin KKTC’nin tanınması yönündedeki çalışmaları, KKTC’yi devlet olarak görmek istemeyen kuruluş ve ülkeler üzerinde endişe yaratmıştır. Özellikle Türk Dünyası, KKTC’nin uluslararası ortamda kabul edilmesini benimsemiş durumdadır. KKTC’nin Türk Devletleri Teşkilatı’na (TDT) davet edilerek “Gözlemci Ülke” olarak kabul edilmesi ve davetlerin müteakip toplantılar için de devam ettirilmesi, endişe duyan kuruluş ve ülkeleri, bu gelişmeleri bozma düşüncesine sevk etmiştir.

Tanınmayı önleme teşebbüsleri

Bu durumdan en fazla BM, AB ve Rum-Yunan ikliisi rahatsızlık duymaktadır. Eski statüye dönmek için, Kıbrıs’ta sorun olduğu ve çözülmesi gerektiği vurgulanmakta, çözümün de müzakere masasında olacağı ön görülmektedir.

Bu konuda başrolü BM üslenmiştir. Bugüne kadar uyuşmazlıkların çözümü için BM tarafından özel temsilci atanmış ve bu temsilciler dolaylı olarak BM Genel Sekreterine karşı sorumlu olmuşlardır. Ancak KKTC’nin uluslararası ortamda kabul görmeye başlaması ve altı yıldır müzakere için uygun bir ortam da olmamaması nedeniyle bu sefer Genel Sekretere karşı doğrudan sorumlu bir temsilci atanması yoluna gidilmiş ve Kolonbiyalı diplomat Cuellar özel temsilci olarak atanmıştır.

Türk tarafı, müzakere konusunun bir tuzak olduğunu, senelerdir sayısı bile unutulan müzakerelerde yaşananlardan elde edilen tecrübeyle bilmektedir. Müzakerelerde Türk tarafından geri adım atmasının, haklarından vazgeçmesinin, tavizler vermesinin beklendiği bilinci içindedir. Bu nedenle Türk tarafı müzakere yapmaya pek niyetli değildir. Ancak müzakereden kaçan, anlaşmaya yanaşmayan bir görüntü vermek de istememektedir. Müzakere için, öncelikle kendisine ayrı devlet olma durumu yaratan “egemen eşitlik” konusunun peşinen kabul edilmesi halinde masaya oturulabileceğini bir şekilde ima etmektedir.

Karşı taraf ise, yeni atanan özel temsilcisinin teşebbüsüyle Türk tarafı bir şekilde müzakere masasına oturursa görüşmelerde ön almayı düşünerek, daha önce önerilen müzakere maddelerini, anlamını değişirmeden cümleleri değiştirmek suretiyle yeni çözüm önerisi paketi olarak ortaya atmış durumdadır.

Yeni özel temsilci fırsat olarak gösteriliyor

Kıbrıs BM Barış Gücü Şefi Stewart, BM Genel Sekreterine doğrudan bağlı yeni özel temsilci Cuellar’ın atanmasının bir fırsat olabileceği düşüncesiyle “Kıbrıs’ta birleşme ya şimdi, ya da asla” ifadesiyle tarafları yüreklendirmeye çalışmaktadır. Senelerdir adada bulunan ve halen bir foksiyonu da olmayan BM Barış gücünün, kendilerine verilen görevin dışına çıkarak siyasi söylemlerde bulunmasının, KKTC üzerinde baskı yaratma amacını taşıdığı değerlendirilmektedir.

Rum-Yunan ikilisi müzakerelerin yeniden başlamasını arzu etmekte, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin yumuşamasını bir fırsat olarak görmektedir. İstediğini alabilmek için de AB’nin Türkiye’yle yakınlaşarak ilişki kurmasını, buradan dolaylı yoldan Türkiye’ye baskı yapılmasını hesaplamaktadır.

Diğer taraftan, KKTC’nin ticari izalasyondan kurtulabilmesi için Tayvan veya Kosova modelleri ileri sürelerek, Türk tarafının adada iki ayrı eşit, bağımsız ve egemen devlet politikasından geri adım atması umulmaktadır.

***

-Görüldüğü üzere Türk tarafı müzakere masasına çekilmeye çalışılmaktadır. Müzakerelerden bugüne kadar hiçbir sonuç alınmamış olup, bundan sonra da alınması mümkün görülmemektedir. Masaya ancak ayrı, eşit, bağımsız ve egemen iki devletin tüm taraflarca kabul edilerek el sıkışması amacıyla otorulabilir. Annan Planı’nda yapılan büyük hatadan, karşı tarafın biran önce hakimiyet ve etkinlik sağlama sabırsızlığı sebebiyle kurtulduğumuz unutulmamalı, hiçbir düşüncenin etkisiyle tuzağa düşülmemelidir.

- Müzakereye oturmanın anlamı taviz vermektir. İlan edildiği tarihteki şartlar gereği “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak tanımlanan adının, federasyon çağrışımına sebebiyet vermemesi ve takip edilen politikada kararlı olunduğumuzun bir göstergesi olarak, KKTC Meclisi tarafından “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak revize edilmesinin etkili ve uygun olacağı değerlendirilmektedir. Mevcut şartların şimdi daha uygun olduğu düşünülmektedir.

- Son yıllarda KKTC’ye, eğitim, turizim, geçici çalışma, inşaat/ticaret amaçlarıyla legal veya kaçak olarak gelen, ancak kalıcı olan insanların sayısı gittikçe artmaktadır. Demografik yapının değişimine, Türk varlığının azınlıkta kalmasına, toplumun yapısının, asayişin ve huzurun da bozulmasına yol açan bu göçmen sorununa süratle çözüm getirilmesi gerekli hale gelmiştir.

-Başta İsrail olmak üzere yabancılara mülk ve toprak satışının boyutu kapasiteyi aşmıştır. CHABAT (Şabat) örgütünün bu konularda faaliyette olduğu söylenmektedir. KKTC’nin kaldıramayacağı ölçüde siteler yapıldığı görülmektedir. Alım ve inşaat işlerinin, yabancılar tarafından yapıldığını örtmek için, KKTC vatandaşları ve şirketleri üzerinden yapıldığı da tespit edilmiştir.

-İçişleri ve Maliye Bakanlıklarının göçmen, yasa dışı faaliyet, mülk ve toprak satışları ve ticareti konularında çok dikkatli olması, bunun bir güvenlik sorununa dönüşmesini de önlenmesi hususunda hassasiyet göstermesi gerekli hale gelmiştir.

-KKTC, bu duruma kolay gelmemiş, Türk tarafı olarak uzun, acılı ve kanlı mücadeleler yapmış, bu uğurda gazileri olmuş, şehitler vermiştir. Kıbrıs; Ada’daki Türkler için, güven içerisinde, hür ve egemen olarak varlıklarını devam ettirebilecekleri bir vatana sahip olunması, Türkiye için de ulusal güvenliğinin tehdit edilmesine ve Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerinin ve etki alanının kısıtlanmasına engel olunması ve milli menfaatlerinin korunması konusudur.

-Kıbrıs konusu; birlikte verilen mücadeleyle, bağımsız, egemen iki devletli hale kadar getirilen mukaddes bir davadır. Türkiye için tarihi miras, güvenlik ve güvenirlik meselesidir. 1974’te çözülmüş, 1983’de bitmiştir. Türk tarafı için “Kıbrıs sorunu” yoktur.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —