Son yıllarda ülkemizde neredeyse her gün gazete manşetlerinde acı dolu haberlerle karşılaşıyoruz:
“Cinnet getiren baba, eşini ve üç çocuğunu öldürdükten sonra intihar etti.”
“Yıllar önce ayrıldığı eşini başka biriyle gören adam, eski eşini vurdu.”
Bu tür haberler artık ne yazık ki toplumun gündelik rutininin bir parçası hâline geldi. Her yeni olay, bir öncekini unutturacak kadar sık yaşanıyor. Peki, nasıl oldu da bir toplum, kendi kadınlarına ve çocuklarına kıyan bir hale geldi?
Sokaktaki insana sorduğunuzda genellikle benzer cevaplar duyarsınız: Geçim sıkıntısı, işsizlik, borçlar, umutsuzluk... Evet, bunların hepsi doğru; ancak mesele yalnızca ekonomik değildir. Çünkü açlık ve yoksulluk, tek başına bir insanı sevdiklerine kıyacak hâle getirmez. Asıl sorun, toplumun ruh hâlinde yaşanan derin bir çürümedir.
Bugün insanlar öfke ve tahammülsüzlükle dolu. En küçük tartışmalar bile kavgaya dönüşüyor. Empati, anlayış, hoşgörü kelimeleri neredeyse unutulmuş durumda. İnsanlar birbirini dinlemiyor, anlamaya çalışmıyor. Sevgi yerini nefret, saygı yerini kibir almış. Gülmeyi unuttuk; içten bir tebessüm bile lüks hâline geldi. Oysa toplumun en temel harcı sevgidir, saygıdır, dayanışmadır. Bu duygular yok olduğunda, geriye sadece öfke kalır — işte o öfke, en zayıf halkayı vurur: kadınları ve çocukları.
Kadın, bir toplumun vicdanıdır. Çocuk ise geleceği. Bugün kadınlar öldürülüyorsa, çocuklar şiddet görüyorsa, aslında bir millet kendi vicdanını ve geleceğini öldürüyor demektir.
Kadına şiddeti yalnızca “aile içi mesele” olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Her öldürülen kadın, her kaybedilen çocuk hepimizin ortak utancıdır. Bu olayların arkasında sadece bireysel cinnetler değil, yıllar içinde büyüyen toplumsal bir duyarsızlık vardır.
Bir toplumda adalet duygusu zayıfladığında, eğitimde eşitlik sağlanamadığında, insanlar birbirine güvenmez hâle geldiğinde; öfke, şiddet ve nefret kök salar. Oysa sevgi, anlayış ve adalet birer lüks değil, bir toplumun yaşaması için zorunluluktur.
Artık “neden” sorusunu sormaktan çok, “nasıl durdururuz” diye düşünme zamanı.
Çünkü bu gidişat, yalnızca kadınları ve çocukları değil, hepimizi yavaş yavaş yok ediyor.
Bir toplum, en zayıfını koruyabildiği kadar güçlüdür. Kadınların ve çocukların güvende olmadığı bir ülke, asla huzurlu bir ülke olamaz.
Olan yine kadınlara, yine çocuklara oluyor.
Ama unutmamak gerekir ki, onları korumak hepimizin sorumluluğudur
